21 Kasım 2013 Perşembe

SICAAK SICAAK ATEŞİ YAKALAMAAAAK

   Ateşi Yakalamak çıkıyor gençler! Ayarladınız di mi kankalarınızı, sevgililerinizi? Gidiyonuz yani filme? Haa, zaten aylar önce anlaşmıştınız siiiiiz, tabii ya, doğru. Ben de anlaşmıştım kankamla. O götlek Antalya'ya taşınmayaydı, biz de beraber gidecektik. Ankara'ya geldim, ne oldu? Bir sürü arkadaş edindim. Ama herkesin film için aylar önce anlaştığı birileri var. Onlara takılayım diye düşündüm, sonra da ışık hızıyla vazgeçtim bu düşünceden. Çünkü bi ortamda iki kanka varsa, üçüncüye bok düşer, yaşadım yani biliyorum.
  Aldınız mı mesajı gençler? Yalnızım diyom, ne manita var ne kanka diyom, yalnız mı gidecem lan filme? Ağlayacam bak, vallahi ağlayacam. Sen serinin tüm kitaplarını bir haftada bitir, ikinci filmi çıksın diye gün say, filme gitmeyi teklif ettiğin herkes "Ben kankamla/sevgilimle gidicem" desin. Brafer de bok yesin.
  Çok kıskanıyom abi öylelerini ya. Hele böyle sevgilileriyle falan gidiyolar ya, birbirlerine mısır yediriyolar sinemada, birbirlerinin parmaklarını yalıyolar sonra falan..Tamam daha fazla konuşamicam.
  BENİ DE SEVİN ALLAH AŞKINA
  Sevsenize olum beni. Tamam şişko bir sivilce torbası olabilirim ama tanışsanız, konuşsanız falan, kafa kızım aslında.
  Kimi kandırıyorum ki? Sorun da burada zaten: KAFA KIZ BRAFER. Benden sevgili falan olmaz ki. Benim erkek versiyonum olsa, ben de ona bakmam yani. Şaşırtıcı bi olay olur, diğer kızlar "Ay inanmıyorum bebeğim yaa ciddi olamazsıııın!" diyo, ben "Oha lan nasıl harbi mi?" diyorum. Diğer kızlar "ahahahhhahahah" diye gülüyo, ben ise o asdfgfdgdgcg şeklindeki gülüşü yazı dilinden konuşma diline taşımış olan insanım. Her sabah eye-liner çekiyolar, saçlarını fönlüyolar, makyaj takı toka tam takım, ben yüzümü yıkayıp geliyorum okula. Tabii olmaz sevgilim, kızlar bile bakmıyo ki bana.
  DENEDİM BAK, VALLA DENEDİM
  Yalan yok, yeni okul, yeni imaj, cici kız olcam hayalleriyle geldim ben de. Ama sonradan anladım ki, ne kendinde olmayan özellikleri varmış gibi gösterebilirsin, ne de gerçek benliğini saklayabilirsin. Böyleyim yani, işinize geliyosa...
  GELMİYO İŞTE AMK GELMİYO KİMSENİN İŞİNE
  "Böyleyim yani, işinize geliyosa..."ymış. Gerizekalı mısın kızım sen? Neyin tribini atıyon? Birilerinin işine gelse zaten blog köşelerinde sürünmezsin.
  YANİİİİİİİİİ
  Yani, Ateşi Yakalamak 'a gitmem heralde. Yalnız başıma mı gidecem? Birini çağırdım arkadaşımla sözleştim dedi, diğeri sevgilimle gidicem dedi, diğeri ben aylaaaar önce kankamla anlaşmıştım dedi, biri "o kadar yakın arkadaşlarım varken seninle mi gidicem gerizekalı?" bakışı attı.
  Bu yazıya uygun fotoğraf da bulamadım zaten. Neyse ya, hadi sizlere iyi seyirler.

21 Eylül 2013 Cumartesi

Burada Olsanız Ya

  Eski sınıfımı özledim.O burun kıvırdığım, cahilliklerinden utandığım, köylü sınıfımı özledim. "Sizden nefret ediyorum. Liseye bi geçim, görürsünüz sizden bin kat daha mükemmel arkadaşlarım olacak benim." dediğim sınıfımı özledim.
  Komşular falan duyar diye hönküre hönküre, bağır çağır ağlayamamayı özledim mesela.
  Bakkala pijamayla gitmeyi özledim.
  Kankaaaaa, en çok da seninle oturup saatlerce Supernatural izlemeyi özledim.
  Ne zaman Supernatural izlesek, canımız bir şeyler çekerdi.
  Genelde seninki pizza, benimki hamburger çekerdi.
  Ne güzel de yerdi Dean hamburgeri, de mi?
  Ama sipariş edemezdik. Yakınımızda ne hamburger satan bir yer vardı, ne de pizza. Yoktu yani.
  Ama sen vardın, ben vardım, sohbetimiz vardı, öküzlemesine kahkahalarımız vardı.
  Bizi "biz" yapan her şey vardı yani.
  Biliyor musun, şu an yakınlarımızda hamburger ve pizza sipariş edebileceğimiz onlarca yer var.
  Ama, sen yoksun be kanka!
  Bok gibi oluyo böyle.
  Hiçbir şey, ama hiçbir şey senin yerini tutmuyo.
  Yerini doldurmayı denemedim tabii ki, ama biliyorum, doldurmaz.
  Nasıl doldursun?
  Bu şehirden nefret ediyorum.
  "Saçma hayallerimin boktan şehri."
  Hele de akşam olurken, ışıkları falan yanıyo her yerin.
  Balkonumdan bakınca tüm şehir ayaklarımın altında.
  Tüm o sahte parıltısıyla, sahte gülüşlü, samimiyetsiz, egoist insanlarıyla
  Gereksiz sesleri, anlamsız kalabalığıyla...
  Tüm şehir ayaklarımın altında işte.
  Yine balkona çıktım bugün, güneş batarken.
  Üzerimde o yıllardır giydiğim gri hırka vardı,
  Saçımda her zamanki tokam.
  Ama gözlüğüm yoktu, çıkardım onu.
  Çok ıslanmaya başlamıştı, rahatsız olmuştum.
  Yo, hayır, gökyüzü açıktı, bulutsuzdu.
  Gözyaşlarımdı gözlüğümü ıslatan.
  Sırılsıklam oldu yanaklarım.
  Hırkamın kollarını peçete niyetine kullandım. Ama ellerim yine de ıslandı.
  Aman neyse, mühim değil.
  Klişe oldu zaten artık. Her gün batımı böyleyim.
  Keşke burada olsan be kanka, keşke hepiniz burada olsanız.
  Bu şehirden nefret ediyorum.
  Hiç kimse sen değil, hiç kimse siz değil.
  Burada olmanız için ne yapabilirim bilmiyorum ama, birkaç bin denemeden sonra anladım ki,
  Ağlamak işe yaramıyor.
  Öyleyse siz söyleyin
  Burada olmanız için ne yapabilirim?
 
 

15 Ağustos 2013 Perşembe

Başlık Bulamadım

  Olmuyor işte, olmuyor. O bütün asaletiyle güzel kıçını bir yerlere yerleştirip oturunca afet gibi görünürken, benim moralim yerinde olmuyor. Mini giymesine gerek yok, makyaja gerek yok, güzel bir aksana gerek yok, kültüre gerek yok, yabancı dile gerek yok, zengin olmasına gerek yok. Yüzünü göstermesine bile gerek yok. Her zaman en önde oturuyor. Her ortamda. Herkesle arkadaş. Sınıf arkadaşının annesinin arkadaşının yeğeniyle bile tanışmış. Nasıl yapıyor? Güzel olmak nelere kadir Allahım? Sen evden çıkmadan önce ne kadar aynaya bakıp “Bugün kendime özen gösterdim ve oldukça güzel görünüyorum.” desen de, o sıradan bir kot ve gömlekle gelip en ön tarafa oturup sadece arkadan görünüşüyle herkesin aklını alıyor. Tek teli bile kırık olmayan hafif kızıl gölgeli saçlarının arkadan görünüşü bile yeter! Azıcık yan profilden o Selena Gomezimsi yüzünü görseniz, erimeniz için fazlasıyla yeterli bir sebebiniz olmuş olur. Siz de ne yaparsınız biliyor musunuz? “Ya midem ağrıyo, çok sıkıldım zaten.” gibi mal mal bahaneler bulup eve kaçarsınız. Triplere girersiniz falan. Eğer benim gibi, dert yanacağınız ve sizi dinleyecek salak bi arkadaş parçasından yoksunsanız, gelir böyle blog köşelerinde triplere girersiniz. Ve size ne gözüyle bakarlar biliyor musunuz? Asosyal, tuhaf, teknoloji manyağı, Allah’ın akıl vermesi gereken bir genç, hatta yoldan çıkmış çaresiz ergen…
  FUCK THE SYSTEM!
  Öyle boktan bi sistem ki bu, onlar  güzel bacaklara, pürüzsün tenlere ve en yakışıklı elemanların ilgilerine sahip oldukları için “Allah öyle yaratmış, onun seçimi değil ki bunlar, önemli olan iç güzellik.” demezler, aşırı aşırı popüler derler. On tane sevgilileri olduğu için “kaltak” demezler, havalı derler. Facebook’a, Instagram’a ve Twitter’a fotoğraf atmak için tüm gününü harcayıp çektiği bir milyon fotoğrafın içinden birini seçme çabasına “mallık” demezler, fotoğrafa bakıp “Kız ne güzel abi ya, fotojenik yani, apayrı bişey bu…” derler. Dersleri boka sarmaya başlayınca “ Ottan boktan şeylere vakit harcamaya başlamıştı zaten, yoldan çıktı bu.” demezler, “Gençtir, yapacak tabii böyle şeyler.” derler.
 
  Fotoğraf olayına da el atmadan geçemeyeceğim.
 “Eskiden fotoğraflar anı ölümsüzleştirmek için çekilirdi. Asıl mantıklı amaç da bu zaten. Ama şimdi fotoğraf çektirmenin tek amacı, sosyal medyada paylaşmak. En son hanginiz ailenizle birlikte gittiğiniz bir yerde  aile fotoğrafı çektirdiniz? Hanginiz tarihi bir yere gidip oranın önünde fotoğraflar çektirdiniz? Hayır olur mu hiç öyle şey? Öyle bir nesil yetişiyor ki, aynanın karşısına geçip salak salak pozlar veriliyor, daha peş peşe üç nota sayamayacak gençler ellerinde gitarla fotoğraflar çektirip profil resmi yapıyor…”
  Gibi bir sürü şey yazabilirim. Bunları yazmam biraz ironik olur çünkü elime makineyi alıp benim de mal mal fotoğraflar çekmeye çalıştığım doğrudur. Ama o paragrafın kesinlikle arkasında duracağım anlamlar içerdiği de doğrudur.
Tırnak içinde yazdığım gibi şeyler yapmadım lakin, piyanoyla fotoğraf çekilmişliğim var. Çünkü piyano çalmayı biliyorum ve sosyal medyada da paylaşmadım. Ayrıca bunlar kimsenin inkar edemeyeceği doğrular. Her neyse, bu yazı fena halde saçma yerlere gitmeye başladı. Triplere girip girip ne halt diye yazı yazmaya kalktığımı bilmiyorum bile. Bilgisayarın başına geçtiğimde bunların hiçbirini yazmak yoktu aklımda. Sadece, yazdığımda kesinlikle rahatlıyorum. Bundan, o sürtükten her zaman nefret edeceğimi bildiğimden daha da eminim.
  O ya da bu şekilde, (Artık yazıyı kesinlikle toparlayamıyorum, çok ciddi boka sardı) bu yazının, bütün güzel ve götü kalkık kızların ölmesi gerektiğiyle ilgili olması gerekiyordu. Asıl sevilmesi gerekenlerin bütün vücudu sivilce izleriyle kaplı şişko ama akıllı, mantıklı, sohbeti güzel kızlar olması gerektiği mesajını vermesi gerekiyordu.
  Sadece çok güzel olanların mı, eski bir aşk şarkısı dinlerken birilerinin aklına gelme lüksü var? Bizler de birilerinin aklına gelmeliyiz bence. Çok klişe biliyorum ama, bir yerlerde, güzel yüzümüz, ince bacaklarımız, pürüzsüz tenimiz ve parlak saçlarımız için değil de, bizlere fikirlerimiz, hissettiklerimiz, konuştuklarmız, aklımız, mantığımız ve sadece kendimiz olduğumuz için değer verecek birileri var bence. Onların soyu tükenmiş olamaz, somut bir kanıtı yok elimde henüz ama, iç sesim öyle söylüyor, olamaz yani. O mal öyle söylüyor valla, iç sesime pek güven olmaz ama…

  

9 Haziran 2013 Pazar

SBS (Sinir Bozma Sınavı)

  Bir açılımı daha var, "Seviye Belirleme Sınavı" diye. Ama bence bu çok saçma. Ne yani kötü puan alınca "seviyesiz" mi oluyoruz? Ha, biz maNga fanları için bir açılımı daha da var, "Sakın Bana Söyleme". O da iyi şarkıdır, dinleyin. Neyse, asıl konumuza gelelim.
  Her şey bitti işte. Sınava girdim, yaptım ve çıktım. Bu saçma sınavı bu kadar büyütmemin tek sebebi, bir yıldır her konunun, yaptığım çoğu şeyin SBS'ye bağlanmasıydı. Uyurken bile SBS için uyuyordum. Yemek yerken, nadiren de olsa film izlerken, müzik dinlerken, özellikle bu yıl sanki her şeyi SBS için yapıyordum. Ben dün sadece o kodlama kağıdını teslim etmedim gözetmen öğretmene. Sekiz yılın emeğini, o sıcak yaz tatillerinde ders çalıştığım zamanları, özellikle bu yıl beni gezmeye çağıran arkadaşlarıma söylediğim "hayır"ları, "Öğretmenim, bana birkaç saat ayırabilir misiniz? Sorularım var."ları, "Hadi son aylar, sık dişini!"leri, altı yüz yedi yüz liralık kitapları,sinir nöbetlerimi, nadiren gözyaşlarımı, kısacası sekiz yıldır bana ifade edilmesini istemeyeceğim şeyler ifade eden hemen hemen her şeyi verdim ben gözetmen öğretmene.
  Ve hiçbir şey kalmadı sanki elimde. Öyle çok şey bitti ki, mal gibi kaldım ortada. Hala rüyada gibiyim. Hala o bir yıldır durmaksızın sözünü ettiğimiz SBS'nin geçmiş olmasını algılayamıyorum. Ve bunun nedenini çok iyi biliyorum.
  Çünkü bir yıldır SBS'den öyle çok, öyle hayatiymişçesine bahsedildi ki, her şey öyle çok SBS'ye göre planlandı ki, kafamızda bambaşka bir şey oluştu. Bir kavram vardı bizim için: SEBESE. O kavram, her nefesi sanki onun için aldığımız bir güç haline geldi. Sekiz Haziran günü bambaşka bir şey bekliyorduk. Ve her şeyin böyle normal olması, dün girdiğim sınavın o bir yıldır uğruna çalıştığımız seviye belirleme sınavı olduğuna inandırmıyor beni bir türlü. Her şey fazla normaldi. Sınıfa gittim. Oturdum. Önce kodlama kağıdı geldi. Ardından sınav kitapçığı. Soruları çözdüm. Zamanı yetiştireceğim diye canım çıktı. Gerçi diğer sınavlardan farklı olarak, bu sınav "Hadi lan, tutmayacak fen lisesi!" modunda geçti. Sınavdan çıkınca etrafımda ağlayanlar vardı. Hem de asla ve asla gözyaşlarına değmeyecek bir sınav için... Haklılar. Ben ağlamamıştım, ama titriyordum. Ve ben bunları bu yıl girdiğim birçok deneme sınavında yaşamıştım. Her neyse, sonra eve geldik.
  İşte  bu yüzden, ben SBS'yi atlattığıma hala inanamıyorum. Her şeyin böyle sıradan olması çok yanlış. Gerçi, ne bekliyordum ki? Sanki sırıkla atlatacaklar, sanki Salvador Dali tablosu çizdirecekler, halter kaldırtacaklar, sanki 9. Senfoni'yi çal diyecekler... Ne mi bekliyordum? SEBESE'yi bekliyordum. O kafamdaki saçma kavramın somutlaşmış haliyle karşılaşmayı, yüzleşmeyi bekliyordum.
  Her neyse, durum böyle olunca sınavdan çıktıktan sonra (Sınavım her ne kadar öğğk geçmiş olsa da) "Hadi dostuuum, kamoooon, bu mu tüm yapabileceğiniz?" şeklinde bir halim vardı.
  VE MUTLU SON!!!
Sonunda her şey bitti. Gözümün önündeki o her şeye farklı bakmamı sağlayan aptal SBS perdesi kalktı. Mutluluğun dibine vuracağım bir yaz tatili ve daha şekli şemali kaydırılacak, yırtılacak, yakılacak veya denize atacak bir sürü kitap beni bekliyor. SBSyus olmamak güzel, tavsiye edilesi...

 

29 Nisan 2013 Pazartesi

Muhteşem İnsanlar

  Artık insanların fizikleri umurumda değil. Hep kafaya takardım güzel olan kızları. Hep onların arkadaş çevresi daha geniş diye düşünürdüm. Hep Facede onların fotoğrafları yüzlerce beğeni alır diye düşünürdüm. Evet, haklıyım. Ama öyle insanlarla tanıştım ki, artık güzel olmak, fotoğraflarımın çok beğeni alması falan hiiiiç umurumda değil. O tanıdığım insanların çoğu, güzel veya yakışıklı olmayan, hatta bayağı böyle bildiğiniz çirkin insanlar. Ama onlarla beş dakika sohbet edebilmek için neler vermezsiniz ki!
  Öyle insanların yanında kendinizi sanki prensesmişsiniz gibi, çoook mühim biriymişsiniz gibi hissediyorsunuz. O insanlar heeep konuşsun istiyorsunuz. Üstelik size iltifat falan ettikleri için değil, gerçekten sohbet ettikleri için onlarla zaman geçirmek istiyorsunuz. Çoğu insan gibi, fiziğinize bakarak karar vermiyor onlar. Sizi, siz olduğunuz için değerli görüyorlar. Bulundukları yerleri sanki ışık kaynağıymışçasına aydınlatıyorlar. Ama güzel veya yakışıklı oldukları için değil, gerçekten harika insanlar oldukları için. Onlarla canınız sıkıldığı zaman veya boş kaldığınız zaman değil, her zaman konuşmak istiyorsunuz. Bir fırsatını bulup yanlarına gitmek istiyorsunuz.
  Ben öyle insanlar sayesinde öğrendim, fiziğin ne kadar saçma, gereksiz ve ufacık bir ayrıntı olduğunu. Artık, fıstık gibi görünen kızlara bakıp bakıp iç geçirmiyorum, üzülmüyorum da. Muhteşem bir fiziğim de olsun istemiyorum artık. Yeter ki, o bahsettiğim muhteşem insanlardan biri olayım. Umarım herkesin hayatında öyle muhteşem insanlar vardır. Gerçekten, her insana lazım.
BRAFER

4 Ocak 2013 Cuma

Derse Göre Azıyorlar

   Nefret ediyorum abi, şu adamına göre muamele yapanlardan acayip nefret ediyorum. En az "maNga grubu iğrenç" diyenler kadar sinirimi bozuyorlar. Bir dakika, aslında o kadar da sinirimi bozmuyorlar. Yani, maNga'ya laf atanlar kadar değil. Ya da, o kadar mı acaba? Offf her neyse işte, beni sinirlendiriyorlar yani. Yahu bir insan bu kadar mı kişiliksiz, bu kadar mı ahlaksız olur ya?
   Geçen gün İngilizce dersindeydik. Ama bir göreceksiniz, hocanın soru sormadığı zamanlarda ağızlarını bıçak açmıyo, sanki kıçlarını o sıraya uhulamışsınız gibi yerlerinden santim kımıldamıyorlar. Hepsi süt dökmüş kedi! Ama inkılap dersine bir giriyoruz, yahu en önde, hocanın dibinde oturmasa neyse de, adamın gözünün önünde arkadaki adama sesleniyo, ayağa kalkıyo sinirlendiği birine vurup geliyo, bağırıyo çağırıyo, öğretmenlere bir havalar falan, terbiyesizlik o derece! İşte size bir örnek:
Hoca: Gençler sıranızın altındaki çöpleri alır mısınız?
X: Ne oldu hocam alerjiniz mi var, battı mı?
Ve bunun gibi binlercesi! Yahu terbiyesizin tekiysen, bi hocanın dersinde yediğin haltları diğer hocanınkinde de ye, hadi sıkıyosa yesene! Ama yoook, İngilizceci kızar ya yapamazlar onun dersinde. Hayır yani tanıdığınız bir insanı böyle görmek ne kadar sinir bozucu bir şey! Önceki derste sınıfın öbür köşesine böğürüp sağdaki soldaki eklemanları dövüp hocaya kendisi bir şeymiş gibi salak salak laflar ediyo, bi sonraki ders nasıl masum nasıl masum öyle böyle değil ya, yani bu dönkeklikten, kişiliksizlikten başka hiçbir şey değildir ki! Nefret ediyorum onlardan. Sonra vay efendim benim neden arkadaşım yokmuş? Bu gerizekalı mallardan arkadaş mı olur? Böyle onları elime alasım, sonra hocalara uzattıkları dillerini pergelle oyasım, sonra üzerine limon sıkasım, hocaya fırlatacakmış gibi tehdit etmek için salladıkları o kalemleri alıp bir yerlerine monte edesim var.
   Neyse ya, hazır inkılap dersinden çıkmışken içimi döktüğüm iyi oldu. zaten ne zaman bizimkilerin azdıkları kudurdukları ve öküze dönüştükleri dersler olsa benim böyle bi yazı yazasım gelir. Öyleleri de bir gün toplumun içinde rezil duruma düşsünler de çatlayana kadar bir güzel gülim.
Tamam o zaman, benim gidip ders çalışmam lazım.
BRAFER

2 Ocak 2013 Çarşamba

Benim Öküzüm


Öküz dediğime bakmayın, cinsiyeti kız...

  Evet, olaya gelelim. Aylardır görüşmediğim bir dostum vardı. Gerçi, dost demeye bin şahit. Ne buluşmalara zamanında gelir (ki en az 45 dakikalık gecikmeler söz konusu), ne geç kalınca arayıp haber verir, hatta bazen işi çıkıyormuş ama arayıp da gelemeyeceğim demeye üşeniyormuş. Ben de aptal gibi gelecek diye bekliyorum. Ayrıca, biz baş başayken canım cicim, bi tanecik kankam, öbür arkadaşlarının yanındayken böyle bi "Tanımıyorum, uzaktan arkadaşım" havaları falan... Üstelik 3 yıldır sözde dostuz, toplasan yemin ederim 5 kere beni aradığını hatırlamıyorum. Hele o yazları, Allah'ın her günü ben arardım buluşalım diye. Ve ve veeee, yahu, insan dostu salya sümük ağlarken evde kıçını koltuğa dayayıp feysbukta geyik muhabbetler yapar mı? Sınavdan çıkmışım, ki o sınavın benim için ne kadar önemli olduğunu biliyor, bir soruyla hayalimdeki dereceyi kaçırmışım, gün boyunca kendime gelememişim ama böyle sorsanız ölüyorum ya, ağlamaktan nefes alamıyorum. Hiç insan arayıp "Ne yaptın, nasıl oldun?" demez mi? Hayır, işin ilginç kısmı, telefonlar da ücretsiz yani, saatlerce konuşsak bile bir kuruş yazmaz site içi arama olduğu için. Ama hanımefendi o nazik poposunu yosun tutmadan önce koyduğu yerden kaldırıp bi alo diyor mu? Hayır! Aman aman, incileri dökülür! Ama ben yine de katlanıyordum, çünkü konuştuğumda beni anlayan başka hiç kimse yoktu. Ee, alternatifin yoksa, mecburen en iyisindir, kötünün iyisi hesabı... Ama sözde dostluğumuzu asıl bitiren şey bunlar olmadı.

  Yazın başlarıydı, ben yine her zaman olduğu gibi bunu aradım. O da arkadaşıyla buluşacağını söyledi. Tamam dedim. Üstünden bir veya iki gün geçti yine aradım, ablam bilmemnereden gelecek, dedi. Tamam dedim. Üstünden bir hafta geçti. La insan bi arayıp "Seninle buluşamamıştık, telafi edelim." demez mi? Yok! Yine ben aradım. Bu sefer de, Ankara'dan amcalarının geleceğini söyledi. Ben tabii yine tamam dedim. Refleks oldu artık abi. Biri bana vuracakmış gibi yapsa bile elimle kendimi korumak yerine "tamam" diyorum. Neyse, baktım bununla buluşacağımız falan yok, ben de aramaktan vazgeçtim. Yine bir hafta sonra plajda karşılaştık. Amcalarının hala gitmediğini, onlar gidince buluşacağımızı söyledi. İyi dedim buluşuruz. Üstünden bir hafta daha geçti. Ben de saf saf diyorum ki "Demek ki misafirler hala onlarda." .

  Daha sonra balkondan bakarken, öküzümle birlikte bi kız gördüm. Bir baktım ki bu kız, benim öküzümün sınıf arkadaşı! Dışarıda geziyorlar. OHA artık ya!!! Ben o kadar arayayım, sorayım, sanki onun aramasını hiç beklemiyormuşum gibi arkadaşlarıyla gezsin. Lan bari evimizin olduğu taraflarda gezme de fark etmeyeyim yahu bu kadar öküzlük olmaz!

  Artık bütün iletişimimi kestim. Haftalar oldu, ne ben onu aradım ne de o beni... Sonra o özel gün, doğum günüm, geldi. Akşama doğru bana feysbuktan mesaj atmış "Bilmiyorum belki bana küstün, seni kaç zamandır aramıyorum. Ama iyi ki seni tanımışım kanka, mutlu yıllar!" Ayyhh çok rahatladım, hiç değilse benim gibi birinin varolduğunu hatırlamış. Ulan öküz, biliyorum telefona karşı bi çeşit alerjin var da, yıllardır dostum dediğin insanı doğum gününde ara bari lan, doğum gününde ara!

  Neyse, doğum günümün üzerinden bir aydan fazla geçti. Tatildeydim. O sırada arkadaşımla konuşurken öküzümün bi kaza geçirdiğini öğrendim. Düşmüş, dişi damağına geçmiş, bayağı hastanelere falan gitmişler. Ben de aradım geçmiş olsun demek için. Sonuçta öküz olan ben değilim, o. Aradım, konuştuk falan. Nasıl olduğunu sordum. O da sanki aramızda hiçbir sorun yokmuş gibi her şeyi bir bir anlattı, geçmiş olsun diledim ve kapattık. O günden sonra da bir daha hiç görüşmedik. Ta ki birkaç gün öncesine kadar…

  Feysbukta dolaşıyordum. Birden mesaj geldi. “Selam” yazıyor. Bir baktım ki gönderen bizim öküz! Bir profile bakıyorum, bir mesaja… İnanamadım, hatta açık açık “ Sen cidden X misin, yoksa onun profilini mi çaldın?” dedim. Hayır, feysi falan çalınmamış. Gayet de oymuş. Bayağı bir sohbet ettik. Hatta bir ara ben “Sohbetin sonunda ,ben X değilim, seni işlettim, dersin diye çok korkuyorum” dedim. O da bana, “Yok canım, ben öküz müyüm? :D” dedi. Ayrıca beni çok özlediğini falan söyledi. Yazık lan depresyona mı girdi acep? Nerden esti ki ya bana mesaj yazmak? Neyse, buluşma ayarlamaya falan çalıştık. Olmadı ama daha sonra buluşacağız herhalde.

  Yeni yıla da böyle girdik. Ha, bu arada, yeni yılınız kutlu olsun! Umarım siz de uzun zamandır görüşemediğiniz arkadaşlarınızla görüşürsünüz. Gerçi, benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, arkadaşlıktan öteye gitmeyecek ama belki sizin için her şey daha güzel olur. Dostluğunuzun değerini bileceğiniz ve tadını doya doya çıkarabileceğiniz mutlu seneler…
BRAFER